“Evlat mı edinsek?”
Önceki yazıda niyet ettikten sonra birkaç gün içinde bilgi almak için kuruma/koruyucu aile birimine damladığımızı anlatmıştım: “Koruyucu aile mi olsak?” Koruyucu aile olma niyetiyle gittiğimiz hâlde, görüşmeden sonra kendimize dair şüphelerimiz olmuştu, koridorda şaşkın, darmadağınık, kaybolmuş bir vaziyette oturakalmıştık. Orada öyle düşünüp düşünüp içinden çıkamayınca, “Madem buraya kadar geldik, evlat edinmeyle de ilgili bilgi alalım hele. Sonra uzun uzun düşünürüz gene.” dedik. Evlat edinme birimine darmadağınık kafalarla girip bilgi almak istediğimizi söyledik. Sorumlu kişi en önce “Kimliklerinizi alayım.” dedi. Hemen verdik. Ne düşündük bilmiyorum. Bilgi gizliliğini sağlamak için bizi henüz bilgi edinme aşamasında kaydettiklerini sanıp makul bulmuştuk belki de. Emin değilim. Adam, bize başka bir şey demeden bilgisayarında tıkır tıkır…
“Koruyucu aile mi olsak?”
Devlet korumasındaki çocukların bir aile yanında büyümesi ile ilgili mevcut uygulamalara dair çok yüzeysel bilgilerimiz vardı. Bu yüzden bir yetimi ailemize katma fikri öncelikle koruyucu ailelik modelini aklımıza düşürmüştü. Çocuğun öz ailesiyle nesep bağını koparmadan onu yanımıza, canımıza almayı dini açıdan ilk anda daha uygun bulmuştuk. Ve hemen birkaç gün içinde Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’nde Koruyucu Aile birimine damladık. Bizi orada çok sevecen, çok zarif bir uzman karşıladı. Koruyucu ailelik hakkında tatmin edici bilgiler verdi. Koruyucu ailelik, çocuğun biyolojik ailesi ile kanuni bağının kesilmediği yani yanında yaşadığı ailenin nüfusuna kaydedilmediği ama onlara uzun (belki de kısa?) süreli misafir olduğu bir model. Psikolojik, ekonomik ya da sosyal sorunlar yaşayan…
Niyet
Beraberliğimizin başından beri anne baba olmak, her zaman gündemimizdeki en önemli konu olmadı. Uzun yıllar boyunca çeşitli sürelerde isteme, istememe, bekleme, vazgeçme dönemleri yaşadık bir evladımızın olması konusunda. Kimi zaman evimizde misafir bile ağırlayamayacak kadar çok meşguldük, kimi zaman hayale kapılıp çocuk odası için alışveriş listeleri hazırlayacak kadar heyecanlı… İnsan kalbi, fıtratı gereği sürekli halden hale geçiyor. Ama toplumun beklentisi asla değişmiyor. Anne baba olmaya dair ne düşündüğümüzü, ne hissettiğimizi, ne yaşadığımızı bilmeden, sormadan, umursamadan inanılmaz uzaklıktaki insanlar bile bir an önce “çocuk yapma”mız gerektiğine dair beklentilerini çeşitli yollarla iletip duruyorlardı, neredeyse nişanlılık dönemimizden beri. Önceki cümledeki her kelime grubunun ne kadar can sıkıcı ve sinir bozucu olduğunu aslında herkes…
Başlarken…
Dil, ilginç bir araç. Büyüleyici. Sesleri, kelimeleri peş peşe sıralıyoruz ve bir anlam ortaya çıkarıyoruz. O dili bilen herkes aynı şeyi anlıyor. Üstelik bu kanal sayesinde sadece aynı zaman diliminde olduklarımızla değil, bizden çok öncekilerle de ilişki kurabiliyoruz. ‘Çocuk’ ve ‘yapmak’ kelimelerini ne kadar uzun zamandır birlikte kullanıyoruz acaba? ‘Çocuk’, ne zamandan beri ‘yapılabilen’ bir şey olarak görülüyor? Peki, çocuk gerçekten yapılabilir mi? Yani mesela, yemek yaptığımız gibi çocuk da yapabilir miyiz? Hayır. Hayır. Hayır. Biz çocuk yapamayız. Çünkü çocuk, bir insandır, nesne değil. Kıvamına, şekline, özelliklerine biz karar veremeyiz her ne kadar uğraşsak da. İnsanı insan yaptığı düşünülen zihin, akıl, ruh gibi nitelikler konusunda hiçbir dahlimiz olamaz, olamıyor. Çünkü biz de…