Yıldönümü anısına: Hoş geldi, safalar getirdi!
Bugün 4. yılımız doldu beraber. Gerçi kutlamamızı (kavuştuğumuz gece olduğu için) Kadir Gecesinde yapmayı tercih ediyoruz. Ama yılın aynı zamanında, aynı mevsiminde bu yıldönümünü anmak da bir başka heyecan oluyor. Biz 4 sene önce anne baba olduk. 4 sene önce kalbimiz nur, günlerimiz neşe, evimiz huzur doldu. Bu kadar zamanda sayısız cicili bicili kıyafet, oyuncak, bakım malzemesi gelip geçti elimizin altından. Her birinin gidişi Enes’in büyümesini imledi. Bu yüzden en sevdiklerimizi bile okşayıp koklayıp çıkardık elden. Gigabyte’lar dolusu fotoğraf ve video kaydettik şu dört yılda. Kimine o kadar sık ve o kadar çok baktık ki artık kalplerimizin odacıklarında nakşoldu sanki. Kimine de belki hiç bakamayacağız, sıra gelmeyecek. Ama hep Enes’in…
Mahkeme
Yasaya göre evlat edineceğimiz çocuğa bir sene bakım vermiş olmalıydık ve işte vermiştik. Bu bir senede kurumdan görevlilerle birkaç kez irtibata geçtik, bir kez de ziyaretimize geldiler. Önceden söylemişlerdi bu ilk yılımızda ailemiz hakkında, Enes’in bize uyumu hakkında raporlar tutacaklarını. Bir senemiz dolunca hemen adliyede aldık soluğu: Aile mahkemesine evlat edinmek için başvurduk. İlla ve mutlaka onu nüfusumuza almalıyız, diye bir tutkumuz yoktu. Ama aile olmak için bir sürece girmiştik ve bu adımın da tamamlanması gerekiyordu. Yine de resmi bir iş yapmanın, mahkemeye başvurmanın bir gerilimi oldu. Dava dilekçemizi vermek üzere evden çıkarken bile kalbim titreyerek besmele çekiyordum. Tereddüt ve cesaret… Heyecan ve endişe… Besmele… Besmele… Ömrümde ilk kez davacı…
Birlikte ilk yılımız
Zaman hızlı geçiyor. Enes anneannesinin deyişiyle “salatalık gibi çıtır çıtır büyüdü”. Bu esnada hastalıklar, hastane ziyaretleri, aşılar gibi hem can sıkıcı hem de olağan şeyler oldu, kalplerimizin dünya kadar genişlemesi gibi olağanüstü şeyler de… Alnının önünden sarkan ipek gibi kâkülünden ilk tutamı kesip bir zarfa sakladım. Rengârenk kıyafetleri hızla küçüldü. Narin tırnaklarını büyük özenle kim bilir kaç kez kestim. Ciciler giydirdim, mamalar yedirdim. Her yenilik bir hadise oluyordu hayatımızda. Yoğurdu ilk zaman sevmemişti, sonra sever oldu. Yumurtayı yiyorken, yemez oldu. Bazı gün iyice yedi doydu, bazı gün yemedi bir şey. Bazı gün mışıl mışıl uyudu, bazı gün sanki kabus görüyordu. İşlerimizi yapar, hayatlarımıza devam ederken en önemli gündemimiz Enes oluvermişti:…
Şans
Enes bize geldiğinde onu karşılamak için ördüğüm battaniyeyi bile bitirememiştim henüz. Hiçbir somut hazırlığımız yoktu. Bir oğlumuz olacaktı ama kaç aylık olacaktı, yazın mı gelecekti kışın mı… Bilmiyorduk. Bize en azından birkaç gün önceden haber verilir sanıyorduk. Bu yüzden ne lazımsa oğlumuzun gelişinden sonra edindik. Annemin hemen kavuşma günü alelacele toplayıp getirdiği kılık kıyafetten, yeğenlerimden kalma iki üç eşyadan, eczacımızın emanet anakucağından başka daha pek çok şey edinmemiz gerekiyordu. Latifem ertesi sabah araba koltuğu, banyo küveti, bebefonla çıktı geldi hemen. Geyikçi teyzeleri haberi alır almaz kanguru yolladılar. Halam oğlunun en güzel battaniyelerini yolladı – ki bunlar ‘büüp bâti ve küçüp bâti’ adıyla hâlâ Enes’in uyku arkadaşları olarak hizmetteler. Amcam şehir…
Nasıl süt anne oldum?
Doğurmamış bir kadının da süt anne olabileceğini ne zamandır biliyordum emin değilim. Ama evlat edinmeye niyetlendiğimiz zamandan beri “keşke ben de süt anne olabilsem” diye ümit ediyordum. Oğlumuzu beklerken sıramızın tek tek ilerleyeceğini, dolayısıyla oğlumuza kavuşma vaktimizin yaklaştığını bileceğimizi sanıyormuşuz ki bütün o süre boyunca ona nasıl süt verebileceğime dair tek bir araştırma, soruşturma bile yapmamıştım. Hele sıramız biraz ilerlesin derken derken ertelemiştim bu işi. Enes’imize kavuşmamız o kadar ani olmuştu ki ilk haftalarda tek derdim onun düzenine ayak uydurmak, onu alışık olduğu şekilde doyurabilmek, uyutabilmek, temizleyebilmek ve alışık olmadığı kadar sevmekti. Dolayısıyla sadece oğluma ve aramızdaki iletişime odaklandığım birkaç hafta boyunca süt vermenin peşine düşmedim. Zaten o arada halası…
Küçük kuş yuvamızda
Bir gün baksam ki gelmişsin…Hasretin içimde sonsuzluk kadar.Şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz.Dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar. Yavuz Bülent Bakiler Kollarımda bembeyaz, bir nur topu gibi yavrumla çıktık kurumdan. Arabamıza binmek üzereyken birinin adımı ünlediğini duydum. Az önce, içeride tanıştığımız, yavrusuna henüz kavuşmuş hanımlardan biriydi. Elime bir torba bebek bezi tutuşturdu “Bu size olur ancak” diye. Hazırlandıklarından daha büyükmüş yavruları 🙂 Kurumda sıkı sıkı tembihlemişlerdi, “Aşı takiplerini siz yaptıracaksınız, çocuğun kaydını kendi hekiminize aktarın hemen.” diye. Aile hekimliği pek yakındı, “Gidelim onu yapalım önce.” dedik. Ben kuzumla arkaya oturdum, babamız yoldaki taşlardan sakınarak arabayı sürdü. Hekimimize kayıt yaptırdık, aşı zamanı gelmiş dediler. Hemen oracıkta aşılarını yaptılar. “Annesi hemen bugün yıkamayın” diye onlar da…
Bekleyiş
Başvurumuzdan itibaren süresi belirsiz bir bekleyişe durmuştuk. Elbette ara ara soruşturuyor, daha ne kadar bekleyeceğimizi tahmin etmeye çalışıyorduk. Ama bekleyişimiz hiçbir zaman coşkulu ve hareketli olmamıştı. Yıllardır sadece arkadaşlarımın çocuklarına hediye almak için girdiğim, eğreti eğreti gezip bir an önce işimi halledip çıktığım bebek mağazalarına bile gitmedim o süreçte. Alıcı gözle bile bakmadım hiçbir bebek eşyasına. Sekiz-beş memur hayatlarımıza devam ederken, Biber’i okşar severken, günleri birbirine bağlayıp üstüste yığarken bekliyorduk oğlumuzu, beklemiyor gibi. Beklesen de olur, beklemesen deBen bir gök kuruşum sırmalı kesendeGecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesindeHangi ses yürekten çağırır beni sanaGeleceğim diyorum, takvim sorma bana-Ihlamur çiçek açtığı zaman. Bahattin Karakoç Kimselerin haberi yoktu bizim bekleyişimizden. Sadece ailelerimiz ve birkaç…
Kitap: Sisle Gelen Çocuk
Oğulcuğumu beklerken okuduğum, senelerdir kalbimde buğusunu taşıdığım bir güzel kitabı daha anlatmak istiyorum. Mirna uzun zamandır üzgün ve hasta olan, çok ağlamış bir kadındır. Kardeşinin ısrarı ile evden çıkmaya güçlükle ikna olur ve her adımında “bundan sonra eve döneceğim” diyerek civarda dolaşır. Sokağı sis basmıştır ve Mirna sisin içinde hiç kimsenin olmayan, isimsiz, çorapsız bir çocukla karşılaşır. Mirna çocuğa “Benimle gelmek ister misin? Şeye.. şeye kadar sana bakarım…” der, çocuk “Ben gidinceye kadar…” diye tamamlar. Anlaşırlar. Çocuğa Tim adını veren Mirna onu çok uzun zamandır toplayıp temizlemediği evine götürür. Ve ilk iş olarak Tim’e sıcak bir banyo hazırlar. Çilekli duş jelinin kokusunu çok seven Tim, Mirna görmeden bütün şişeyi küvete…