Bizim Hikayemiz

Panik!

Ramazan’ın son haftasındaydık. Perşembe akşamı eşim beni iş yerimden aldığında eve gideceğimizi söyledi. Halbuki planımız öyle değildi. Yorgun olduğunu, önce eve gitmek istediğini söyleyince ses etmedim. Eve geldik.

Hemen ilk dakikalarda “Gel” dedi “otur, sana bir şey söyleyeceğim”.

Bismillahirahmanirrahim!.. Hayırdır inşallah?

İnsanın aklına neler gelmez ki böyle bir girizgâhla… Hepsi de olumsuz şeyler… Bir saniye içinde kırk felaket senaryosu yazıp hazır ettim kenarda.

O andan bir buçuk iki saat önce eşimi “derhal adam” aramış ve ertesi gün 10’da kuruma gelmemizi söylemiş. (Bir derin nefes aldım, kimse ölmemiş, kimse ölümcül hastalığa yakalanmamış ve kocam beni aldatmıyormuş. Diğer her şey için “gönder gelsin” moduna geçtim) Sebebini sorunca “Evrak işleri uzun sürebilir.” demiş adam.

“Ne evrakı?”
“Çocuk için…”
“Ne çocuğu?”
“Yarın bir çocukla görüşeceksiniz.”
“Nasıl yani? Eee… Görüştükten sonra?..”
“Tamam derseniz eve götürürsünüz.”

Nasıl yani? Biz 24 saat içinde anne baba mı olacaktık? 14 aydır beklemekten, hayal kurmaktan korkarak bekliyorduk da böyle aniden kavuşmak… Çok şükür! Bin şükür! Sevinçten ağladık.

Nasıl olacaktı? Hiçbir hazırlığımız yoktu. Battaniyeyi bile bitirememiştim daha. Yatak döşek, her şey lazım her şey… Ne lazım bilmiyoruz bile. Ama her şey lazım, her şey… Tamam… Hiçbir şey olmasın varsın, tutarım kollarımda… Tutarım… Tutabilir miyim?.. Ben anne mi olacağım?.. Anne ben mi olacağım? Ben nasıl anne olacağım?.. Ben anne nasıl olacağım?.. Ben nasıl anne olabilirim?.. Ya olamazsam?..

O andan itibaren yaşadığım şey sanırım panikataktı. Eşim de çok heyecanlıydı ama sanırım hâlimi görünce kendini unuttu. Muhtemelen ben onun beklediğinden daha zorlayıcı bir tepki vermiştim. Süreç boyunca oluşan, kalplerimize doluşan bütün o umut, heyecan, endişe, sevinç, korku ve kim bilir başka neler en yoğun hâlleriyle aniden gelip birbirlerinin üstüne yığılıvermişlerdi.

Elimizi yüzümüzü bir daha yıkadık, bir abdest aldık, camları açtık. Biri bize bir şey demeliydi, daha çok bana. Kurumda koruyucu aile birimi sorumlusu olduğu zaman tanıştığımız, bizi evlat edinmeyi düşünmeye yönlendiren, daha sonra iş yerimin ve kurumun yaptığı bir proje sebebiyle de birkaç kez görüştüğümüz sevgili Ş. hanım geldi aklıma. Derhal adam’ın anlatmadığını ondan öğrenebilirdik belki. Aradım, ulaşamadım. Bir dost… Ayşe! Aman kardeşim yetiş! Haber geldi, çok zavallı durumdayız, n’olur gel!

Ayşe, başvurumuzdan en baştan itibaren haberdardı, zira onu ve kıymetli eşini kuruma bizi soruşturabilecekleri yakınlarımız olarak bildirmek için rızalarını sormuştuk. Sağ olsun, on-on beş dakika içinde koşup geldi.

O geldiğinde biraz daha sakinlemiştim. Önce olanı anlattık. Sonra da hislerimizi… Sabah kuruma gidince ne olacağını bilmiyorduk. İnternetten edindiğimiz yarım yamalak bilgilere göre önce bir dosya gösterilecekti bize, orada yazılanlara itirazımız yoksa eğer çocuğu görecektik. Bu yarım yamalak bilginin eğri büğrü kısmı şuydu ki eğer çocuğu görünce de herhangi bir şekilde aramızda uyumsuzluk olduğunu düşünürsek ikinci bir dosya/çocuk eşleştirmesi talep edebilirdik.

Bu yazıyı yazabilmek için Ayşe’ye o gün neler konuştuğumuzu sordum. Çünkü ben telaştan beynimin kayıt tuşuna basmayı unutmuşum. Ayşe’nin aklında kalanlardan biri, ne benim ne de eşimin zihnimizde “bu çocuk olmazsa bir diğerine bakabiliriz” gibi bir ihtimal olmadığı imiş. Bundan etkilenmiş. İkimiz de bütün heyecanımıza, şaşkınlığımıza rağmen ertesi gün göreceğimizin kendi çocuğumuz olacağı konusunda netmişiz. Bu yüzden Ayşe benim o hâlimi, doğum öncesinde hatta doğumdan sonra annelerin kapıldığı “Ben onun annesi olabilir miyim?” endişesine benzetmiş.

Benim korkularım, kaygılarımı konuştuk epeyce. Neler söyledim, ne kadar ağladım hatırlamıyorum. Sadece “Ben nasıl anne olurum?” temalı sayıklar gibiydim diye hatırlıyorum.

Sevgim, sabrım, gücüm yeter mi? Ya beceremezsem? Ya ona yazık edersem?

Ayşe hatırlamaz belki, ama işte dostun sözü böyle etki ediyor, (mealen) dedi ki: “Sen farkında değilsin ama şu anda kendini düşünmüyorsun. Orada bir yerdeki, henüz tanışmadığın bir çocuğun iyiliğini mutluluğunu düşünüyorsun. Sen zaten anne olmuşsun…”

Tıkalı bir lavabo açılınca biriken su gürleyip akar ya… Hani havasız kalmış bir odanın penceresi birden bahara açılır ya… Yangın gibi sıcak bir günde temiz soğuk suyun ilk yudumu hücre hücre can verir ya insana… Öyle bir ferahlık oldu içimde.

Ayşe bizi teskin etti, oğlumuza birer mektup yazmanın sükunet bulmak ve onu karşılamak için iyi bir fikir olabileceğini söyleyip gitti. Dediğini yaptık. Gerçekten de oğlumuzu düşünmek, ona odaklanmak dağılmış şirazemizi topladı.

Yüzümüzü gözümüzü de toparlayıp iftara annemlere gittik. Neyseki sofrada misafirler vardı ve biraz başka şeyler konuşup zihnimizi dağıtabildik. Akşam ilerleyince misafirlerimiz gittiler ve biz annemlerle nihayet konuşabildik. Ben çok ani olduğundan yakınır gibi olunca, annem dedi ki ‘Bu işler hep böyle aniden olur, doğum da ölüm de…’ Doğru ya!

Gece eve döndüğümüzde kalplerimiz teskin olmuştu, ertesi sabah olabileceklere açıktık artık.

3 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir