
Çocuğumuz Okula Gitsin mi?
Evlat edinmek için başvuru yaptığımız sıralarda bir yandan da çocukların eğitimi, hatta genel olarak eğitim üzerine etraflıca ve derinlikli düşünmeye başlamıştık. Okuyorduk, araştırıyorduk, soruyorduk, ister istemez eleştiriyorduk. Tam o ara Kayseri’de adına sonradan “Farklı Bir Okul Mümkün” diyeceğimiz bir oluşum ortaya çıktı. Çocuğun biricikliğini dikkate alan, oyun merkezli, rekabet kültüründen uzak, doğayla iç içe bir okul kurma niyeti etrafında 15-20 aile buluşuverdi. Bizim henüz çocuğumuz yoktu ama biz de dahil olduk. Bu gruba girdikten sonra geçen 3 yıl içinde okul projesi hayata geçemedi ama güzel dostlar kazandık, çok şey öğrendik ve kendi yolumuzu çizmeye başladık.
Nasıl bir yoldan bahsediyoruz? Bir kere önce şunu belirtelim: Biz mevcut eğitim sistemi içinde en uzun süre kalan ebeveynlerden sayılabiliriz. Birimiz doktoralı, diğerimizin iki lisans bir yüksek lisans diploması var, üstelik bir üçüncü lisans eğitimine daha yeni başladı. Dolayısıyla kendi tecrübemiz üzerinden eğitim sistemini değerlendirebilecek hatırı sayılır bir veriye sahibiz. Öte yandan birimiz üniversitede öğretim üyesi, diğerimiz eski bir edebiyat öğretmeni. Yani masanın her iki tarafını da az çok biliyoruz. Hal böyleyken eğitim üzerine düşünmek bizi ister istemez mevcut eğitim sisteminin “alternatif”lerine yönlendirdi.
Grubumuzla birlikte Waldorf, Reggio, Montessori, Pikler, Kibbutzlar, Köy Enstitüleri, Ev Okulu, Okulsuzluk… gibi alternatifler üzerine uzun uzun okuduk, tartıştık, konuştuk. Hala da devam ediyoruz. Her modelin hoşumuza giden, gitmeyen yanları, yine herkesin kendince bir değerlendirmesi oluyor. Bizim bile eşimle üzerinde anlaştığımız ve anlaşamadığımız noktalar var.
Sanırım şunlar üzerinde anlaştığımız şeylerden birkaçı: Çocuk saygıdeğer bir insandır. Onun yatkınlık, yetenek, istek ve ihtiyaçları biriciktir, kendine hastır ve takdire şayandır. Yaşam, -çocuk da olsa- herkesin kendine aittir. Anne-baba çocuğun sahibi değil, yaşam boyu yoldaşı, arkadaşıdır. En önemli başarı iyi insan olmaktır. Öğrenme yaşam boyu doğal olarak hissedilen bir ihtiyaçtır. İnsan her an, her yerde, herkesten/her şeyden öğrenir…
Öte yandan bir de mevcut eğitim sistemine dair eleştirilerimiz var. Yalnızca birkaçını yazayım: Mevcut sistem insanları bilgi obezi yapmaktadır. Zorunlu müfredat farklı istek, ihtiyaç ve yatkınlıklara karşı duyarsızdır ve insanları vasatlaştırmaktadır. Ders saatleri doyasıya ve özgür öğrenme isteğine ket vurmaktadır. Rekabet baskısı iyi insan olmamızı zorlaştırmaktadır. Aynı yaş grubuyla ömür boyu aynı sınıfta okumak farklı yaş gruplarının sosyalleşme ve birlikte öğrenme imkanını ortadan kaldırmaktadır. Dahası sistem bırakın geleceği, günümüzün gerekliliklerine bile ayak uyduramamaktadır…
Lafı uzatmayayım. Hal böyle olunca tuttuğumuz yol bizi okulsuzluk kavramının eşiğine bıraktı. Bir süredir okulsuzluk bahçesinde geziniyoruz, gözlemliyoruz, dokunuyoruz, dinliyoruz, düşünüyoruz. Okulsuzluğu deneyimlemek konusunda inancımız ve cesaretimiz artmaya başladı. Nasiptir, yol nereye gider bilmiyoruz, neticede yol Enes’in yolu, biz ona yoldaşız.

