
İkiydik, üç olduk!
Gece kendimizi zorlayarak biraz uyuyabilmiştik. Yapılacak işler vardı. Eve nasıl ve kimlerle döneriz belli olmaz diye her yeri derleyip toparlamıştım yatmadan önce. Sabah kalplerimizin yerinde sanki birer kuşla uyandık. Ne giyecektik o bile büyük mesele olmuştu şimdi. Ne giyersek bizi daha sevimli bulurdu acaba? Hangi gömlek, hangi ceket rahat verirdi bize? Üfff zaten ter basıyordu heyecandan! Mutlaka rahat bir şeyler olmalıydı giyeceklerimiz.
Ben bir de, sanırım Ayşe’nin tavsiyesiyle, bebeğimi tenime temas ettirebileceğim bir kıyafet aradığımı hatırlıyorum. Bebeğimizin ne kadarlık olduğunu bilmediğimiz için, eğer çok küçükse ten tene temas ederek tanışmanın iyi olabileceği fikrinden hareketle gömlek gibi bir şeyler bulmaya çalıştım. Nasıl bir görüşme olacağını, sonrasında ne olacağını bilmiyorduk ki… Eve birlikte mi geleceğiz, yoksa bugün sadece tanışıp vakit geçirip ayrılacak mıyız? Doğru düzgün bilgi vermemişlerdi.
Evden çıkmaya hazırlanırken heyecanımız her an daha da artıyordu. Sanki kalbim büyüyor da göğsümü kaplıyor gibi hissediyordum. Haber çok ani gelmişti ve işyerlerimizden izin almamız gerekiyordu. Bu yüzden önce mesailerimize gittik. Pırıl pırıl bir Ramazan sabahıydı. İşimin başına gidip sabah rutinlerini yerine getirdim hızlıca. Sonra müdire hanımla görüşüp durumu anlattım ve izin istedim. Daha önceden hiç haberi yoktu. Çok sevinip heyecanlandı, beni kucaklayıp tebrikler dualarla saldı.
Saat 10:00’da gidecektik kuruma. Ben gidip kapıda eşimi beklemeye başladım. Artık kalbim bütün bedenimi kaplamıştı, bütün vücudum, her hücrem tıp tıp atıyordu. Oğlumuz şu binada bizi mi bekliyordu? Aramızda birkaç kapı mı vardı artık? Bir binaya bakıyordum, bir yola… Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Hâlâ biraz sabah serinliği vardı havada, çok iyi geliyordu.
15 dakika kadar sonra eşim de geldi. O da benden farklı değildi. El ele tutuşup bir besmele çektik, girdik binaya. “Derhal adam”ın yanına gittik hemen, evlat edinme birimine. Orada daha önceki gidişlerimizde görmediğimiz bir telaş, koşuşturma vardı. Bizi alt kattaki başka bir yere yönlendirdiler.
Girdiğimiz odada bir hanımın kucağında bir bebek vardı. Bebeği görmüş, fark etmiştim ama yüzüne bakmaktan imtina ettim. Çünkü bir sürü sebeple bebekler, çocuklar, anneler orada olabiliyorlardı. Bu yüzden üzerinde hiç düşünmeden sadece içimden dua ettim, bahtı talihi güzel olsun bu yavrunun diye.
Etraftaki insanlar, görevliler bir telaşe içindelerdi ve biz adeta sarhoş olmuştuk. Ben zaten biraz heyecanlı durumlarda bile dikkatimi tümden yitiririm, orada o anda iyice şaşkın olmuştum. O yüzden detayları hatırlayamıyorum.
O arada önceki akşam arayıp ulaşamadığım Ş. hanımı gördüm. Ayak üstü heyecanla ona gelişimizi anlattım. Odalardan birine girdi hemen. Peşinden mi gittik yoksa bizi çağırdı mı hatırlayamıyorum.
“Al annesi, bu senin oğlun!” dedi Ş. Hanım ve birden kucağıma veriverdiler az önce yüzüne bakmaya çekindiğim kuzuyu.
Muhteşem bir andı!
O zaman da ağladık, o anı her hatırladığımda da ağlıyorum. Kavuşturan Rabbime binlerce şükürler olsun.
Bize biraz zaman verdiler, oğlumuza baktık kokladık öptük. Doyulmaz bir güzelliği vardı. Gülümsedi. Belki de bize öyle geldi, bilemiyorum. Masal gibiydi her şey, rüya gibi.
İlk aile fotoğrafımızı hemen oracıkta çektirdik birine. Oracıkta hemen aile oluverdik üçümüz.
Üzerinde beyaz bir tulum vardı. Penguen desenli… Kalın da bir battaniyeye sarılmıştı. Beyaz, yumuşak… Hava o kadar soğuk değildi halbuki, terlemiş mi diye kontrol ettim hemen. Terlemişti. Teri bile mis kokuyordu.
İri gözleri, fındık gibi burnu, neredeyse yok gibi bir ağzı vardı oğlumuzun. Tül gibi göz kapakları, ipek kirpikleri, oya gibi elleri…
Ağlıyor, şükrediyor ve sürekli onu seyrediyorduk. Bir süre sonra fark ettim başının biçiminin ve kısmen de yüzünün simetrik olmadığını. Endişeyle sordum, “Oğlumun nörolojik bir sorunu yok değil mi?” diye. “Yok annesi, hep aynı tarafa yatmaktan öyle olmuş. Sen öteki tarafa yatır, düzelir.” dedi görevli.
Çok iyi hatırlıyorum, o soruyu bana sunulan bir çocuğu kabul etmeden önce iyice araştırmış olmak için sormamıştım. Yani “Evet, şöyle bir sorunu var” demiş olsalardı da bizim açımızdan bir şey değişmeyecekti. Soruyu samimi bir endişeyle sormuştum, bir anın içinde onun için neler yapılabilir diye şimşek hızıyla senaryolar yazılmıştı zihnimde.
Hastane takip bilgilerini, beslenmesiyle ilgili bilgileri filan verdiler. Aklımda tutamayacağımdan emindim, nolur yazın dedim, yazdılar sağ olsunlar. “Hazırlığınız var mı?” dedi birisi, belki de bakıcı anne idi. “Yok” dedim “12 saat ancak oldu haberi alalı…” “Kılık kıyafet vereyim mi?” dedi. E bir iki parça olsa iyi olur, alıp yıkayıp kurutana kadar… Bir çift çorap, bir bluz, bir çıtçıtlı atlet, bir patikli tulum… Muhtemelen yalnız benim oğlumun giymediği, birbiriyle uyumsuz, rastgele birkaç parça kıyafet… Pastane poşeti gibi enine geniş renksiz bir torba bulup buluşturdular, içine koyduk. Oğulcuğumun buruk valizi bundan ibaretti.
Bu üç beş eşyayı görevliden alırken ihtiyat ettim, ya diğer bebeklere lazımsa bunlar diye. Ama hemen bir avuntu geldi kalbime: Devletimiz o yavruların bu tür ihtiyaçlarını eksik etmez ama şu an bunlar benim oğluma lazım.
Sonra bizi başka bir odaya aldılar. Odada iki aile daha vardı bebeklerine kavuşan. Herkes mutlu, şükür halinde… Birbirimizi tebrik ettik. Göz ucuyla birbirimizin bebeklerine baktık. Ama hepimiz de kendi bebeğimizden gözümüzü alamaz durumdaydık aslında. Orada beklerken tanıştık, telefonlarımızı aldık verdik birbirimize. Hepimiz de bir an önce yavrularımızı alıp evlerimize koşmak istiyorduk.
Bir yandan ailelerimize haber veriyorduk. Telefonlar, mesajlar… Aaa! Bir baktım eşim az önce çektirdiğimiz fotoğrafımızı aile grubuna yollarken “Enes” demiş. Güldüm, “Hayırdır” dedim, “isim koymuşsun.” “Sen koymuştun ya!” dedi. Ta o hastaneden sağlık raporunu aldığımız günden bahsediyordu. Halbuki o günden beri hiç üzerinde konuşmamış, bunu bir karara bağlamamıştık.
Nihayet hazırlıklar tamamlanıp yetkililer tarafından gerekli açıklamalar yapıldı, önümüze “geçici bakım sözleşmesi”* konuldu. Ne yalan söyleyeyim, nikah defterine imza atarken o kadar heyecanlanmamıştım. Çünkü bu sözleşme, birer yetişkin olarak yaptığımız nikah sözleşmesinden daha ağır bir sorumluluk getiriyordu. Her ne kadar sözleşmenin tarafları olan biz ve kurum yetişkinlersek de sözleşmenin konusu şimdilik bir yıl, sonra da umulur ki bütün ömrü boyunca masum ve savunmasız bir çocuğun hayatı idi. Vermek için çok büyük bir söz! Buna rağmen duraksamadan imzaladık sözleşmeyi. Kalbimiz kocaman olmuştu çünkü.
*“Geçiçi Bakım Sözleşmesi” hakkında küçük bir açıklama: Hukuken bir çocuğu evlat edinmenin şartlarından biri, evlat edinmek isteyen ebeveynin söz konusu çocuğa en az bir yıl süreyle bakmasıdır. Bu bir yıl bitmeden aile mahkemesine evlat edinme talebinde bulunulamaz. Ve bu bir yıl içinde kurum, aile ve çocuğun uyumunu aralıklarla denetleyip raporlar hazırlar. Yani bu sözleşme ile başlayan süreç, evlat edinme prosedürlerinin en önemli kısmıdır.


2 Yorum
Neslihan Sekni Safer
Rabbim bahtını şansını açık etsin Enesimin sizlere hayırlı Salih evlat etsin inşallah güzel yürekli arkadaşım dualarımdasınız.🤲❤️
Fatma Zehra
Ablacım!❤️
Çok teşekkür ederiz. Duanı eksik etme, e mi? ❤️