Bizim Hikayemiz

“Koruyucu aile mi olsak?”

Devlet korumasındaki çocukların bir aile yanında büyümesi ile ilgili mevcut uygulamalara dair çok yüzeysel bilgilerimiz vardı. Bu yüzden bir yetimi ailemize katma fikri öncelikle koruyucu ailelik modelini aklımıza düşürmüştü. Çocuğun öz ailesiyle nesep bağını koparmadan onu yanımıza, canımıza almayı dini açıdan ilk anda daha uygun bulmuştuk.

Ve hemen birkaç gün içinde Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’nde Koruyucu Aile birimine damladık. Bizi orada çok sevecen, çok zarif bir uzman karşıladı. Koruyucu ailelik hakkında tatmin edici bilgiler verdi.

Koruyucu ailelik, çocuğun biyolojik ailesi ile kanuni bağının kesilmediği yani yanında yaşadığı ailenin nüfusuna kaydedilmediği ama onlara uzun (belki de kısa?) süreli misafir olduğu bir model. Psikolojik, ekonomik ya da sosyal sorunlar yaşayan ailelerin çocukları devletin korumasına alınıyor ve devlet de bu kıymetli emanetin sorumluluğunu gönüllü ailelerle paylaşarak çocuğun bir yuva sıcaklığında büyümesini sağlıyor. Bu doğrultuda koruyucu aileyi hem teşvik etmek hem de desteklemek için aileye aylık belli bir meblağ ödüyor.

Çocuğun biyolojik ailesiyle bağının devam etmesi, koruyucu ailenin göze almasını gerektiren çeşitli ihtimalleri barındırıyor:

  • Biyolojik ailesi çocuğu belirsiz bir süre sonunda temelli yanına alabilir ve o çocuk için koruyucu ailelik sonlanabilir.
  • Biyolojik ailenin çocuğu düzenli aralıklarla görme hakkı vardır. Biyolojik ailesini görmek çocuğun da hakkıdır. Bu görüşmeler kurumun tertip ve gözetiminde yapılır.

Biz çocuğu zaten emanet olarak gördüğümüz için, niyetimiz bir yetimin yetimliğini örtmek olduğu için bu ihtimalleri gözü kapalı kabul ettik. Fakat uzman hanımefendi sohbetimiz sırasında bizi doğru incelemiş ki biraz dürtüp gözümüzü aralamamızı sağladı.

Hanımefendi bizim çocuğa sahip değil, yoldaş olmak istediğimizi ama bütün heyecanımıza ve eğitimimize rağmen bebek ve küçük çocuk ebeveynliği konusunda tepetecrübesiz olduğumuzu anlamıştı. Eh, kendisi gayet tecrübeli idi o makamda, kim bilir benzer benzemez ne vakalar görmüştü.

Bize özetle dedi ki “Ebeveynlik tecrübeniz olmadığı için böyle iki aileli bir çocuğun gitmeleri gelmeleri sırasında siz zorlanabilirsiniz. İsterseniz bir de evlat edinmeyi değerlendirin.”

Bunu hiç düşünememiştik!

Görüşme tamamlanınca öğrendiğimiz onca bilgiyi ne yapacağımızı bilemeyip bir süre koridordaki koltuklara oturduk kaldık.

Kendimize fazla mı güvenmiştik? Ya beceremezsek, ya yarasını saracağız derken daha da kanatırsak diye korktuk o zaman. Bu gerçekten dikkate alınması gereken bir ihtimaldi. Biz o ana kadar hep çocukla ilgili ihtimalleri düşünmüş hepsine de hüsnükabul göstermiştik. Ama bakalım o bizi kabul edecek miydi hüsünle? Yoksa “Nerden düştüm bu beceriksizlerin eline?” mi diyecekti? Bilmediğimiz bir yola çıkmaya niyetlenirken yola ne kadar uygun olduğumuzu da hesaplamamız gerekiyordu. Üstelik bu yolun bizi nasıl dönüştüreceğini de bilmiyorduk. Bir çocuğun hayatını etkileyebilecek böyle bir riski alabilir miydik? Seneler süren maceramızda ilk endişemiz buydu sanırım.

Buraya kadar anlattıklarım bizim duygusal süreçlerimizle ilgiliydi ve bunun koruyucu ailelikle ilgili olumsuz bir izlenim oluşturmasından da endişe ettim yazınca. Her çocuğun sevip sevildiği, korunup gözetildiği, desteklenip neşvünema bulduğu ortamlarda büyümesinin bir insan hakkı olduğuna inanıyorum/z. Bu yüzden koruyucu aile olmanın ne kadar önemli ve değerli bir fiil olduğunu da vurgulamalıyım.

Bakanlığın açıkladığı son veriler 2018 yılına ait ve buna göre koruyucu ailelik hizmetinden faydalanan çocuk sayısı sadece ve sadece 6,468. Ama kurumda bakılan çocuk sayısı bunun iki katından da fazla: 14,214.

Bu şu anlama geliyor: Neredeyse 15,000 çocuğumuz yurtlarda ya da çocuk evlerinde nöbet usulü çalışan bakıcı anne ve babalarla, diğer destek elemanları ve geçici gönüllülerle yani devletin elinden geldiği kadarıyla hayata tutunmaya çalışıyorlar. Bu çocuklar bizim çocuklarımız ve her biri özel ilgi görmeli.

Evet, hizmet modelinin aile-çocuk bağlanması bakımından riskleri var gibi görünüyor ama bu risklerin çoğunun çocuğu kendimize mal etme eğilimimizden kaynaklandığını fark etmemiz lazım. Bir çocuğu soframıza, evimize, canımıza misafir etmek; çocuğa has durumlar ve özelliklerle reddedilebilecek bir şey değil bence. Biz, ikimiz, bunu o zaman yapamadık çünkü kendimizle ilgili şüphelerimiz oldu. Fakat anne olunca, oğlumu kollarıma alınca daha önce hiç hissetmediğim kadar güçlü hissettim kendimi. Bir ağaç gibi sanki çok derinlere çok sağlam kökler salmışım da gövdem dirilmiş, dallarım gönenmişti. Sanırım, kuzumla koruyucu aile olarak kavuşsaydım da aynı şekilde hissederdim. Ama bunu şimdi anlıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir